Etiketler

Spirited Away: Amerika'nın Asimilasyon Politikası

         


Asimilasyon, iki toplum arasında gerçekleşir. Baskın olan toplum, diğer toplumu kendi içine alarak, onu yok eder. Asimilasyon sonucunda iki toplum, tek topluma dönüşür. Bir kültür yok olur.

Ruhların Kaçışı, Amerika'nın asimilasyon politikasını inceler. Amerika bir çok farklı milleti içinde barındıran bir ülkedir. Toplumda birliği ve bütünlüğü sağlamak için asimilasyon sürecini izler. Bu süreç, iki aşamadan oluşur. Bir yandan Amerikan kültürü göçmenlere aşılanırken, diğer yandan göçmenlerin kendi kültürleri yok edilir. Ruhların Kaçışı, Amerika'nın göçmenlere uyguladığı bu sistemi sembolik olarak eleştirir. Chihiro, Amerikan sistemine yeni giren bir karakterdir. Filmde Japon olarak resmedilmiştir çünkü Amerika, özellikle uzakdoğu ülkelerinden çok sayıda göç alan bir ülkedir ama asimilasyon süreci her millette aynı şekilde işler. Yani karakterin Uzakdoğulu, Latin Amerika'lı veya Afrikalı olması bir şeyi değiştirmez. Amerikan olmayan her Amerika vatandaşı, Amerikanlaşma sürecine dahil edilir. Chihiro, sisteme ilk girdiğinde hemen adapte olamaz. Her şeyiyle diğer karakterlerden farklıdır. Topluma yabancıdır. Dikkat çeker ve diğer karakterler tarafından garipsenir. Toplumda ayakta kalmak için o dünyaya ait bir şey yemesi gerekir. Bu asimilasyon sürecinin başlangıcıdır. Yemek, bir anlamda kültürün parçasıdır. Kendi kültürünün dışında bir kültüre ait herhangi bir şey yemeye zorlanarak, kendi kültüründen kopartılır. Bu süreç bir kere başladıktan sonra, hızlanarak devam eder. Chihiro, bir işe girmek mecburiyetinde kalır. Bu da sistemin bir dayatmasıdır. Chihiro'yu toplumun içinde tutmanın bir yöntemidir. Çalışmak için insanların içine karışmalı, onların sistemine uyum sağlamalıdır. İşe başlamadan önce sistemin başını çeken Yubaba, Chihiro'dan ismini alır. İsminden vazgeçmek, kültüründen vazgeçmenin işaretidir aslında. Amerikan toplumunda sıkça rastlanan bir şeydir bu. Çekik gözlü Rachel'lar, siyah tenli Jack'ler görürüz. Bu insanlar kökenlerinden kopartılıp, Amerikanlaştırılmış göçmenlerdir. Bir çoğu anadilini bile unutmuş, Amerikan olmuşturlar. Kimlik bu anlamda çok önemlidir. Kimliğine tutunan birisi, kültüründen vazgeçmez. Bu sebeple asimilasyon sürecinin en önemli aşaması, kimliğin kaybedildiği andır. Filmde de bu süreç çok detaylı işlenmiştir. Haku'nun kimliğini kaybettiği için, ait olmadığı bir dünyada kapana kısılması ve Chihiro'nun kimliğine sahip çıkarak, o dünyadan çıkmanın yolunu bulması; kimliğin asimilasyona etkisini vurgular. Kimlik kaybının bir sonraki aşaması da sınıflaşma ve tek tipleşmedir. Amerikan kapitalist sisteminde, ekonomik sınıflar toplumun yapısını belirler. Takım elbiseli bir adam ile, işçi tulumlu bir adam aynı değildir. Ekonomik sınıflar, zaten kimliğin olmadığı yerlerdir. İsim önemli değildir. Önemli olan dış görüntü, yani ambalajdır. Dış görüntü kıyafetlerle belirlenir. Toplumdaki karşılığı üniformalardır. Üniforma giyen kişi, ister istemez bir sınıfa dahil olur. Her sınıf için belirlenmiş tek tip üniformalar vardır. Örneğin bir öğrencinin üniformasıyla, bir güvenlik görevlisinin üniforması birbirine karıştırılmaz çünkü farklıdırlar. Üniformalar bireyselliği ortadan kaldırır. Hiçbir üniforma bir insanın kişiliğini yansıtmaz, sadece ekonomik sınıfını yansıtır. Üniformalar, insanların kendi kimliklerine tutunmalarına engel olur. Chihiro işe başladığında Lin, ona bir üniforma verir. Bu üniforma ile Chihiro sisteme tamamen adapte olur. Kendi benliğini kaybeder. İşçi sınıfının bir parçası haline gelir.

Amerika'nın uyguladığı bu asimilasyon politikası, yıllar içinde bir çok toplumun yok olmasına sebep olmuştur. Zaten Amerika, asimilasyon politikasıyla yok edemediği milletleri soykırım ile yok etmiştir. Kızılderili kabileleri bunun en güzel örneğidir. Günümüzde bu konuda farkındalık başlamıştır. Sinema da bu farkındalığın yaratılmasında önemli bir rol oynar. Ruhların Kaçışı, asimilasyon sürecini gözler önüne sermek için hazırlanmış, bir kapitalizm eleştirisidir.

Space Oddity

         


Türkçe'ye "Uzay Garipliği" diye çevrilen, Space Oddity; dünyadan ayrılıp, uzayda bir göreve giden binbaşı Tom'u konu alır. Şarkı Ground Control ve Major Tom arasında bir diyalog şeklindedir ama iki bölüm de David Bowie tarafından seslendirilmiştir. Yani, şarkıda 2 karakter olmasına rağmen, tek ses vardır.

Şarkıda geçen Ground Control, aslında Self-Control'dür ve Tom'un iç sesidir. Major Tom ise, Tom'un bedeni ve dış sesidir. Major kelimesinin iki anlamı vardır; şarkıda binbaşı anlamında geçer ama aynı zamanda asıl, başlıca gibi bir anlamı da vardır. Bu anlamı göz ardı etmemek gerekir çünkü bu anlamıyla major kelimesi Tom'un asıl sesini sembolize eder.

Tom, kendi hayatına son vermek üzeredir ama bunu bilinçaltında farklı bir şekilde betimler. Kendini binbaşı, iç sesini de kara kontrol olarak konuşturur. Uzaya gittiğini ve bir kahraman olduğunu hayal eder. İntihar eden bir insanın hayata karşı yenildiği, kaybettiği düşünülür ama Tom kendini kazanmış gibi hissetmektedir. Huzurludur, mutludur. Dünya'ya cesurca veda etmiştir. Bu sebeple gururludur.

Şarkı, intiharı konu alsa da; ritmik bir melodisi vardır. Kulağa depresif bir şarkı gibi değil, huzurlu ve neşeli bir şarkı gibi gelir çünkü Tom'un intihara bakış açısı budur.


DETAYLI İNCELEME

Ground Control to Major Tom
Ground Control to Major Tom
Take your protein pills and put your helmet on
Ground Control to Major Tom (Ten, Nine, Eight, Seven, Six)
Commencing countdown, engines on (Five, Four, Three)
Check ignition and may God's love be with you (Two, One, Liftoff)

Şarkının başında sadece iç ses konuşuyor ve Tom'a bilgi veriyor. Yapması gerekenleri anlatıyor. "Hapını iç, kaskını tak", "Geri sayım başladı, motor", "Kontağı kontrol et, Tanrı'nın sevgisi seninle olsun"

Aslında Ground Control'ün, Tom'un iç sesi olduğunu düşünecek olursak; Tom'un içgüdüleriyle hareket ettiğini söyleyebiliriz. "Hapını iç" dediğine göre; Tom muhtemelen hap ile intihar ediyor. 10, 9, 8, 7, 6, 5, 4, 3, 2, 1 - KALKIŞ! 10 tane hapın ardından, Tom yavaş yavaş dünyayı terkediyor. Bu noktada söylenebilecek en güzel söz "Tanrı'nın sevgisi seninle olsun"



This is Ground Control to Major Tom
You've really made the grade
And the papers want to know whose shirts you wear
Now it's time to leave the capsule if you dare


Şarkının ikinci kısmında konuşmaya yine iç ses başlıyor ve Tom'u tebrik ediyor. "Başardın. Şimdi gazeteler senin ne giydiğini öğrenmek istiyorlar. Artık cesaret edebilirsen, kapsülü terk etme vakti."

İç sesi, Tom'u cesaretlendiriyor ve Tom kendini bir kahraman gibi hissediyor. Gazeteler gerçekten ertesi gün Tom'u yazacaklar çünkü gazeteler intihar haberlerine bayılırlar. Tom, bu durumdan dolayı mutlu. Artık kapsülü terketmeye ve kendini başka bir hayata bırakmaya hazır.

"This is Major Tom to Ground Control
I'm stepping through the door
And I'm floating in a most peculiar way
And the stars look very different today
For here
Am I sitting in a tin can
Far above the world
Planet Earth is blue
And there's nothing I can do

Sonunda Major Tom'un sesi duyuluyor. "Kapıya doğru ilerliyorum. Havada süzülüyorum. Yıldızlar bugün çok farklı gözüküyor. Dünyadan çok uzakta, bir tenekenin içinde miyim? Dünya mavi ve bu konuda yapabileceğim hiçbir şey yok."

Tom, kendini çok ayrıcalıklı hissediyor çünkü ölüm, şu anda sadece Tom'a özel. Dünyada yaşamakta olanların hiçbiri henüz ölümü tatmadı. "Yıldızlar bugün çok farklı görünüyor" cümlesinin iki anlamı olabilir. Gözlerinizi kapadığınızda ışığın yansımasıyla oluşan yıldızlar görebilirsiniz. Öldüğünüzde, bu yıldızların nasıl görüneceğini bilmiyorsunuz. Tom, şu anda o yıldızları görme ayrıcalığına sahip. Aynı zamanda yıldızlar ile kastedilen, ünlüler de olabilir. Bugün ünlüler çok farklı görünüyor çünkü bugün ünlü olan Tom. Herkes onu konuşuyor, ne giydiğini öğrenmek istiyorlar. Tom, Dünya'ya son kez, tepeden bakıyor ve üntihar sebebini açıklıyor; "Dünya mavi ve bu konuda yapabileceğim hiçbir şey yok." Mavi hüznün, melankolinin rengidir. Dünya, Tom'a mavi görünüyor. Denizlerin oluşturduğu bir mavilik değil bu. Tom'un iç dünyasının oluşturduğu bir mavilik ve bu konuda Tom'un yapabileceği hiçbir şey yok.



Though I'm past one hundred thousand miles
I'm feeling very still
And I think my spaceship knows which way to go
Tell my wife I love her very much "she knows"

Tom, konuşmaya devam ediyor. "100 bin milden fazla gitmiş olmama rağmen, kendimi sabit hissediyorum. Sanırım uzay gemim nereye gideceğini biliyor. Karıma onu sevdiğimi söyleyin, o biliyor."

Tom'un hapları almasının ardından bir süre geçti ve artık Tom, kontrolü kaybetmeye başladı. Dünya'dan uzaklaşmasına rağmen kendini sabit hissediyor çünkü bedeni hala yerinde. Gittikçe cansızlaşıyor, kendini zamanın akışına bırakıyor ve son olarak karısına bir mesaj iletiyor.


Ground Control to Major Tom
Your circuit's dead, there's something wrong
Can you hear me, Major Tom?
Can you hear me, Major Tom?
Can you hear me, Major Tom?
Can you "Here Am I floating round a tin can
Far above the Moon
Planet Earth is blue
And there's nothing I can do."

İç sesi, Tom'a ulaşmaya çalışıyor ama devreler kopmuş, bağlantı kuramıyor. Derken yavaş yavaş iç ses de kayboluyor ve son olarak Tom'un sayıklamalarını duyuyoruz; "Ayın üstünde, bir tenekenin içinde süzülüyorum. Dünya mavi ve bu konuda yapabileceğim hiçbir şey yok."

Boyhood

        
GENEL BAKIŞ
Boyhood, isminden de anlaşılacağı gibi çocukluk yıllarını konu alan bir film. Mason adında bir çocuğun 12 yıllık gelişimini anlatıyor. Tek bir karakter üzerine kurulmuş olsa da, aslında tek bir karakter etrafında dönmüyor film. Annesi babası, kardeşi ve hayatına giren tüm insanların, Mason üzerindeki etkilerini vurguluyor. Başkalarının fikirleri, kararları, hataları Mason'ın hayatının gidişatını etkiliyor ve yaşadığı hayat onu sonunda büyümeye itiyor.

Filmin gerçekten 12 yıllık bir sürede çekilmiş olması; bir çocuğun gelişimini yansıtması açısından önemli. Mason ve diğer tüm karakterler tek bir oyuncu tarafından canlandırılıyor. Çocukluk halinden itibaren, yıllar içinde bir insanın vücudundaki değişiklikleri tek tek gözlemleyebiliyoruz. Mason'ın kendi karakterini ve tarzını ararken, şekilden şekile girdiğine tanık oluyoruz. Kardeşi Samantha'da da, aynı gelişimi bir kızın vücudunda görüyoruz.

TEMALAR

ATAERKİL TOPLUM YAPISI
Film; erkeklerin egemen olduğu bir toplumda geçiyor. Kadınlar her yönden erkeklerin baskısı altında. Mason ve Samantha'nın annesi Olivia; bir sebepten dolayı eğitimini yarım bırakmak zorunda kalmış genç bir kadın. Muhtemelen çocukları sebebiyle bıraktığını tahmin ediyoruz çünkü baba, bir kaç defa çocukların planlı olmadığını, kazayla olduklarını vurguluyor. Anne eğitimini bile yarım bırakıp, her türlü düzenini çocuklarının üzerine kurarken, baba hayatını eskiden olduğu gibi yaşamaya devam ediyor. Filmde yaratılan "baba" figürü kesinlikle kötü bir insan değil. Aksine oldukça eğlenceli ve iyi niyetli bir adam ama ataerkil toplum düzeninin vermiş olduğu bir özgüven var üzerinde. Onun için babalık; sadece haftada bir gün çocuklarını alıp eğlendirmekten ibaret. Geri kalan her türlü iş ile ilgilenmesi gereken anne.

Çocuklar küçük yaştayken, anneleri Olivia bir adamla görüşüyor. Bir gün adamın eve geldiğini görüyoruz. Olivia'yı almaya gelmiş çünkü önceden yapılmış bir planları var. Muhtemelen onları bekleyen başka arkadaşları da var. Olivia gidemiyor çünkü çocukları bırakacak kimseyi bulamıyor. Buna karşılık adam "Peki o zaman, ben gidiyorum. Sonra görüşürüz" diyip çıkıyor. Çocuklar bir kez daha kadının görevi olarak kalıyor. Önceki partneri gibi yeni partneri de evde kalıp, çocuklarla ilgilenmesine yardım etmeyi reddediyor çünkü ataerkil toplumlarda bu, kadının işidir.

Olivia, bir süre sonra üniversiteye geri dönüyor. Oradaki hocası Bill ile bir ilişkisi oluyor ve kısa süre içinde evleniyorlar. Adamın 2 çocuğu var. Kendi çocuklarıyla birlikte 4 çocuğun bakımından yine Olivia sorumlu oluyor. Dahası; Olivia Bill'den şiddet görüyor ve onu da terkedip, bir arkadaşının yanına yerleşiyor.

Tüm bu olanlardan sonra Olivia bir kez daha, Jim adında bir adamla evleniyor. Bu da ataerkil toplumların kadın üzerinde yarattığı baskının bir örneği. Erkeklerden bu kadar çekmiş bir kadını, toplum yeniden evlenmeye mecbur ediyor. Jim'e aşık olduğuna dair hiçbir şey yok filmde. Yalnızca toplum içinde bir kadının, tek başına yer alması mümkün olmadığı için kendine bir partner arıyor Olivia. Sonunda onunla da mutlu olamayıp, boşanıyor zaten.

Ataerkil toplumlarda kadının arka planda kalmasının sebebi; doğduğu andan itibaren erkeğe verilen haklar ve sorumluluklardır. Her ne kadar ailenin yetiştirme tarzı çok önemli olsa da; toplumun içinde yüzyıllardır var olan, ailenin müdahale edemediği bazı şeyler vardır. Bu durumu Mason üzerinden inceleyebiliriz.

Mason yaklaşık 7-8 yaşlarındayken, arkadaşlarıyla birlikte yerde buldukları bir çeşit iç çamaşırı broşürünü inceliyor. Broşürde elbette ki kadın vücudu ön planda. Yaşı çok küçük olmasına rağmen, Mason kadın vücutlarına bakıp, bunu keyif haline dönüştürmeyi biliyor çünkü böyle olması gerektiğini düşünüyor. Yaşı biraz daha ilerlediğinde (yaklaşık 13-14 yaşlarında) arkadaşları arasında cinsellik konusu, popülariteyi belirleyen bir etken haline geliyor.  Arkadaşları daha önce hiç seks yapıp yapmadığını sorduğunda Mason yalan söylüyor ve yapmadığı halde, yaptığını iddia ediyor. Bunun üzerine arkadaşları fahişe çağırmayı teklif ediyor. Ataerkil toplumlarda kadın, erkek için cinsel obje sayılır. Erkeğin yaşı bu durumda çok da önemli değildir çünkü bu ona doğuştan verilmiş bir haktır. Toplumun bu konuda erkek üzerinde kurduğu bir baskı vardır. Eğer bir erkek kadın vücudu gördüğü zaman bakmıyorsa, bu işte bir yanlışlık var demektir. Erkeğin doğası gereği böyle olması gerektiği sanılır. Bu sebeple ataerkil toplumlarda geyler hoş karşılanmaz. Bunun filmdeki en güzel örneği; Mason oje sürdüğünde, Olivia'nın 3. eşi Jim'in, ojelerine verdiği tepkidir. Yasal olarak Mason üzerinde hiçbir hakka sahip olmamasına rağmen, konu oje olduğunda onu eleştirebilmektedir. Daha küçük yaştayken de okulda, saçlarını düzeltirken yakalandığı için bir grup zorba tarafından ezilmiştir. Bir geyin yaşamını konu alan çok sayıda film vardır, ancak Boyhood ile ataerkil toplumlarda gey olmayan bir erkeğin yaşamının bile, erkekliğini kanıtlayamadığında ne kadar zor olabileceğini görüyoruz.


ÇOCUK İSTİSMARI
Annelik, her kadında bulunan bir içgüdüdür. Bir kadın, çocuk bakmayı bilir. Çocuk bakarken, yapması ve yapmaması gereken şeyleri ayırt edebilir. Erkekler ise bu konuda son derece bilgisiz ve tecrübesizdirler. Erkeklerin çocuk bakma tecrübeleri çoğu zaman istismar ile sonuçlanır çünkü bir şey almadan vermeyi bilmezler. Çocuk istismarı, her zaman cinsel istismar anlamına gelmez. Çocukların belli bir çıkar doğrultusunda kullanılması veya benliklerini korumalarına engel olarak, belli bir yapıda şekillendirilmesi çocuk istismarının en çok görülen örneklerindendir.

Filmin başında Olivia, erkek arkadaşıyla dışarı çıkmak için bakıcıyı arıyor ama bakıcı gelemiyor. Erkek arkadaşı Olivia'ya başka bir bakıcı aramasını söylüyor. Olivia reddediyor. Çocuklar küçük yaştayken, annelerinin koruması altındalar. Bu sebeple erkeklerin istismarı onlara ulaşamıyor.

Biraz büyüdüklerinde, çocuklar babalarıyla görüşmeye başlıyorlar. Babalarıyla beraberken, yanlarında anneleri yok. İstediklerini yapmakta özgürler ancak annelerinin gözetiminden çıktıkları anda, çocukların hayatının düzeni bozuluyor çünkü baba, bu düzeni kuramıyor. Çocuklar babalarının yanındayken sağlıksız beslenmeye ve ödevlerini unutmaya başlıyorlar. Biraz daha büyüdüklerinde babalarının istismarına maruz kalıyorlar. Babaları büyük bir Obama hayranı. Kendi fikirlerini çocuklarına empoze ediyor. Onlara Bush'a asla oy vermemelerini öğretiyor. Kendi siyasi propagandalarında çocuklarını da görevlendiriyor. Seçim öncesi kapı kapı dolaşıp, Obama'nın reklamını yapıyorlar. Arabayı baba kullanıyor ama evlere giden çocuklar. Seçimlerde 18 yaşın altındakilerin oy kullanamamasının bir sebebi var. Çocuklar küçük yaştayken analitik düşünme yeteneğine sahip değildirler. Karşılaştırma yapamazlar. Yalnızca kendilerine söyleneni öğrenirler. Çocuklara bu yaşlarda siyaset öğretmeye çalışmak, çocuk istismarından başka bir şey değildir.

Olivia'nın Bill ile olan evliliği boyunca çocuklar hem fiziksel, hem psikolojik anlamda istismar ediliyor. Bill, hem kendi çocuklarına, hem de Olivia'nın çocuklarına ev işlerini yaptırıyor. Kızlar mutfakta, erkekler bahçede çalışıyor. Hizmetçi ve bahçıvan görevini çocuklar üstleniyor. Bir insana maaş vermeden çalıştırmak her anlamda istismar sayılır zaten ama çalışan kişi çocuk olduğu zaman, olay çok daha farklı boyutlara varıyor. Bir çocuğu maaşlı olarak bu tarz işlerde çalıştırmak suçtur çünkü bu durum, çocukların sağlığı açısından zararlıdır. Maaşsız olarak çalışıyor olmaları, bu durumu sağlık açısından daha az zararlı hale getirmez. Ayrıca okula yeterince zaman ayıramamalarına sebep olur. Bill'in çocukların üstünde kurduğu psikolojik baskı da mevcut. Mason'ı, saçlarını kestirmeye zorluyor. Dış görünüşünü değiştirmek, çocuğun benliğini değiştirmektir. Kendi karakterini oturtmasına engel olur. Her bireyin, kendi tarzına sahip olma hakkı vardır. Bu hakkın elinden alınması, bir çeşit istismardır.

Olivia'nın Jim ile olan evliliğinde, çocuklar psikolojik baskıya maruz kalıyor. Bill'in de yaptığı gibi; Jim, Mason'ın dış görünüşünü değiştirip, onu toplumun kabul edeceği bir şekle sokmaya çalışıyor. Ojeli ve küpeli bir erkek, toplumda pek de hoş karşılanmaz. Jim, kendi saygınlığını korumak adına Mason'ın tarzına müdahale ediyor.

Çocuklar, annelerinin yanında kaldıkları sürece; onları hiçbir şekilde istismar etmeyen tek kişi; Olivia'nın Bill ile olan evliliğinden sonra yanına taşındığı arkadaşı. Bunun sebebi arkadaşının da bir kadın olması. Onun da çocukları var. İçgüdüsel olarak çocuk bakmayı biliyor.

AMERİKAN RÜYASI
Amerika'nın keşfinden sonra, onca Avrupalı'yı, Amerika'ya getiren Amerikan Rüyası olmuştu. Amerikan Rüyası; cennet gibi bir ülke vaad ediyor. Çok az çalışmayla çok zengin olunabilecek, taşı toprağı altın bir ülke. Herkes Amerika'ya mutlu olmak için geliyor. Huzur ve refah arayışı içindeler. Ancak Amerika böyle bir yer değil.

Bir çok Amerikan filminde Amerikan Rüyası'nın çöküşünü görürüz. Boyhood da bu filmlerden biri. Olivia genç yaşta evlenmiş, çocuk sahibi olmuş, bu sebeple üniversite eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalmış bir kadın. Bir süre sonra boşanmış ve çocuklarının velayeti kendisinde kalmış. Çocuklar yaklaşık 5-6 yaşlarındayken, evin geçimini sağlayamadığı için üniversiteye geri dönmek zorunda kalıyor Olivia. Çocuklarına daha iyi bir hayat sağlayabilmek için evleniyor ama evlendiği adamın parası, çocukları mutlu etmeye yetmiyor. Evde aile sıcaklığı yok. Kimse mutlu değil. Olivia kocasını terkediyor ve bir arkadaşının yanına taşınıyor. Bu aşamada çok maddi sıkıntı çekiyorlar. Sonrasında Olivia bir kez daha evleniyor. Evli olduğu dönemlerde maddi refaha erişebildiği halde, aile içindeki huzuru kaybediyor. Yani kısacası; bir kişi ya maddi, ya da manevi anlamda rahat yaşayabiliyor. İkisi aynı anda sağlanmıyor.

Amerika uzaktan bakıldığında çok zengin ve güçlü bir ülke olsa da; toplumun yapı taşı olan aileye indirgendiğinde, o zenginliği göremiyoruz. Yani devletin zenginliği ile, ailenin zenginliği doğru orantılı değil.

Amerikan kültüründe iki katlı, bahçeli bir ev mutlu aile tablosunu temsil eder. Ancak uzaktan mutlu görünen aile, içine bakıldığında sefil durumda. Anne, baba ve çocuklardan oluşması gereken çekirdek ailede; baba figürü hep eksik. Çocuklar kendi babalarını haftada 1 kezden fazla görmüyorlar. Anneleri, onlara aile ortamını sağlamak için başka adamlarla evleniyor ama evlendiği adamlar baba rolünü üstlenemiyorlar. İki katlı evlerin ardındaki aile; mutlu değil, yozlaşmış bir aile.

Amerikan Rüyası'nın çöküşüne bağlı olarak, aile yapısı da çöküyor. Dolayısıyla toplumda yozlaşma ve yabancılaşma başlıyor. Toplumun yapı taşları birbirine tutunamıyor. Vaad edilen mutlu hayat, ulaşılamaz hale geliyor.

Olivia, üniversitede verdiği bir derste Bowlby'nin bağlanma kuramından bahsediyor. Bowlby'nin bağlanma kuramı; bir çocuk ile bir yetişkinin arasındaki bağı temel alır. Bowlby'e göre; bir çocuğun, annesine olan bağlılığında; beslenme, giyinme, barınma gibi ihtiyaçların yanı sıra, aynı zamanda duygusal bir ihtiyaç da rol oynar. Annenin çocuğuna olan bağlılığı da bu duygusal ihtiyaç üzerine kurulmuştur. Bu duygusal ihtiyaç bağlanmadır. Olivia bu dersi verdiği sırada, çocukları büyümüş ve yavaş yavaş kendinden uzaklaşmaya başlamıştır. Toplumdaki yozlaşmış aile yapısı da, Olivia'nın çocuklarına tutunmasına engel olmaktadır. Olivia'nın bu konuyu derste ele almasının sebebi; kendi çocuklarına duyduğu özlemdir. Filmin sonunda; çocuklar tüm eşyalarını toplayıp üniversiteye giderlerken, Olivia onlara sitem ediyor ama aslında ayrışmaya sebep olan çocukların kendisi değil; toplumun yozlaşmış yapısı.

Gizemli Benedict Derneği

          
  
YALNIZLIK - İZOLASYON: Gizemli Benedict Derneği'nin tüm üyeleri yalnız çocuklar. Hiçbirinin ailesi yok. Göründüğü kadarıyla toplum içinde de çok popüler çocuklar değiller. Belli bir arkadaş çevresinden söz edilmiyor. Çocuklar tamamen tek başına. Onları bağlayan hiçbir şey yok. Bu sebeple derneğe seçiliyorlar çünkü güçleri kendi içlerinden geliyor. Güç aldıkları başka kimse yok. Bay Benedict, bu çocukları bilinçli olarak seçiyor. Çocuklar tehlikeli bir göreve gidecekler, arkada bıraktıkları hiçbir şeyin olmadığından emin olmak istiyor. Ailesi olan bir çocuğun, her zaman için arkasında bir güç vardır. Bu da geri dönmek istemek için bir neden sayılır. Bay Benedict, geri dönmek istemeyecek çocuklar arıyor.

Aydınlanmışlar İçin Öğretim Enstitüsü, bir adanın üstüne inşa edilmiş; çocukları dünyanın geri kalanından izole etmeye yönelik bir okul. Buradaki izolasyonun amacı da aslında Gizemli Benedict Derneği'ndeki yalnızlık unsuruyla aynı. Aydınlanmışlar için Öğretim Enstitüsü; dünyanın geri kalanına karşı kötülük peşinde olan, bir çeşit gizli dernek. Okulun kurucusu Bay Curtain, öğrencileri aracılığıyla gönderdiği gizli mesajlar sayesinde dünyadaki herkesin düşüncelerini kontrol altına almayı amaçlıyor. Çocukları dünyanın geri kalanından uzak tutarak, onların bireysel olarak kendilerini geliştirmelerini sağlıyor. Ayrıca diğer insanlardan uzakta olmak, çocuklara kendilerini diğer insanlardan farklı hissettiriyor. Onlara yaptıkları kötülükten suçluluk duymuyorlar çünkü orada sevdikleri, güvendikleri kimse yok. Adadakiler dışında kimseyle bir iletişimleri olmadığı için, adanın dışındakilere sempati duymuyorlar.

Kitap boyunca yalnızlığın, güç getirdiği vurgulanıyor ancak yalnızlık, mutluluk getirmiyor.  Kitabın sonunda çocukların hepsi, bir şekilde aile ediniyorlar. Bayan Perumal Reynie'yi, Bay Benedict Constance'ı evlat ediniyor. Kate, babasını buluyor. Sticky, terk ettiği ailesine geri dönüyor. Kitap mutlu sonla bitiyor.


TELEVİZYON - MANİPÜLASYON: Bay Curtain, insanların düşüncelerini kontrol etmek için televizyon aracılığıyla sübliminal mesajlar gönderiyor. Bu mesajlar, insanları şekillendiriyor, tek bir tipe sokuyor. Onlara ne yapmaları gerektiğini söylüyor. Sosyal normları oluşturuyor. Herkesten aynı şekilde davranması bekleniyor. Farklı şekilde davrananlar toplumdan dışlanıyor. Zaten kimse farklı şekilde davranmayı düşünmüyor çünkü doğdukları andan itibaren, bu mesajlarla yetişiyorlar ve başka bir doğrunun olabileceğini düşünmüyorlar. Örneğin Bay Curtain'in gönderdiği mesajlardan biri; "Televizyonu her zaman açık bırakın." Kimse, televizyonu neden açık bırakması gerektiğini sorgulamıyor. Herkes böyle yapıyor, onlar da böyle yapıyor. Reynie, televizyondan çok rahatsız oluyor. Buna rağmen kendisine "Televizyonu seviyor musunuz?" sorusu sorulduğunda tereddüt ediyor. Televizyonu sevmesi gerekiyormuş gibi hissediyor. Aslında tüm insanlar için durum böyle; televizyon aracılığıyla gönderilen mesajlar, insanların sinirlerini geriyor, onları rahatsız ediyor ama hepsi televizyonu sevdiklerini söylüyorlar.

Televizyonda verilen mesajların her birinin bir amacı vardır. Hepsi insanları kontrol etmeye ve birilerine fayda sağlamaya yönelik mesajlardır. Televizyon zaten kapitalizmin simgesi olarak bilinir. Tüketici toplumu yaratan, televizyondur. İnsanları bağlar, hiçbir işe yaramamalarını sağlar. Bütün kapitalist sistemin amacı budur. İnsanlara verdiği mesajlar ile, onları kendine bağımlı hale getirir. Televizyon, bunun en önemli örneği ve aynı zamanda yayılma aracıdır. Hiçbir yaşamsal önemi olmadığı halde, herkesin mutlaka televizyonu vardır. Televizyon aracılığıyla verilen mesajlara da herkes uyar. Örneğin; güzellik kavramı; uzun boylu, zayıf, açık tenli, renkli gözlü insanları kapsar. Bu kavramı yaratan televizyondur, daha geniş açılı bakacak olursak kapitalist sistemdir. Çocuklara küçücük yaşlardan başlayarak süt içirilir, diyet yaptırılır çünkü bu sistemde, hayatta kalabilmenin yolu budur. Kapitalist sisteminin başka bir ürünü olan Barbie bebekler de, çocukları bu konuda motive etmeye yöneliktir. Siz hiç şişko, tıfıl, sivilceli bir Barbie gördünüz mü?

Gizemli Benedict Derneği'nde, Bay Curtain kapitalist sistemin ta kendisidir. Televizyon aracılığı ile gönderdiği mesajlar, sadece kendisine fayda sağlayan bireyler yetiştirmeye yönelik mesajlardır.


BİREYSEL BAŞARI: Aydınlanmışlar İçin Öğretim Enstitüsü, bütün çocuklara aynı sınavları uygular. Bu sınavlarda başarılı olanlara rütbe verir, başarısız olanları yok sayar. Daha önce de bahsettiğim gibi; enstitünün kurucusu Bay Curtain; aslında kapitalist sistemin ta kendisidir. Bay Curtain, kendi işine yarayacak bireyler yetiştirir. Hatta yetiştirdiği kişilere "birey" bile denemez çünkü kendi düşünme yetenekleri yoktur. Bay Curtain'ın talimatlarına uyarlar. Onun öğretmek istediklerini öğrenirler.

İçinde yaşadığımız toplumda uygulanan, eğitim sistemi; Aydınlanmışlar İçin Öğretim Enstitüsü'nün uyguladığı sistemden farklı değildir. Ezberci bir sistemdir. Öğrencileri tek tip sınavla sınar. Sınavı geçebilenler toplumda yer edinir, geçemeyenler dışlanır. Ders saatleri yoğundur ama öğretilenler oldukça kısıtlıdır. Her sene, bir önceki sene ezberlenenlerin üstünden geçilir. Yenilikçi değildir. Eskiyi tekrarlar. Bazı durumlarda (örneğin; hükümetin değişmesiyle) geçmişi değiştirebilir. Sistemin yararı için çalışacak kişiler yetiştirir.

Gizemli Benedict Derneği'nin uyguladığı sınav ise; farklı şekilde çalışan beyinleri saptamaya yönelik 3 aşamalı bir sınavdır. Hem yazılı, hem uygulamalı olarak yapılır ve her bir birey kendi yetenekleri doğrultusunda değerlendirilir. Örneğin; Sticky çok gelişmiş bir zekaya sahipken, fiziksel anlamda güçlü değildir. Kate ise tam tersi; fiziksel olarak çok güçlü ama zeka kapasitesi daha kısıtlı bir çocuktur. Reynie analitik düşünme yeteneğine sahiptir. Constance, sınavda pek başarılı olamamasına rağmen, takıma girmeyi başarmıştır. Bunun sebebi ise; henüz 2 buçuk yaşında olmasıdır. Diğer çocuklar kadar başarılı olamasa da; yaşına göre muhteşem bir başarı sağlamıştır. 

Gizemli Benedict Derneği'nin uyguladığı sınav sistemi; bireyi, bireysel olarak değerlendirir. Herkesin kendi yetenekleri doğrultusunda elde ettiği başarıyı ölçer. Günümüzde, eğitim sisteminin en büyük eksiklerinden biri budur. Herkesi tek bir kalıba sokmaya çalışan kapitalist sistemin uyguladığı sınav sistemiyle, herkesten aynı alanda başarı beklenir. Oysa her bir bireyin yetenekleri ve ilgi alanları birbirinden farklıdır.


ÖZGÜRLÜK: Aydınlanmışlar İçin Öğretim Enstitüsü'nde hiç kural yok. Çocuklar tamamen özgürler. En azından okula yeni başlayan çocuklara söylenen bu. Bütün çocuklar özgür olduğuna inandırılıyor ve onlara en başta vaad edilen özgürlük gerçekten veriliyor ancak belli sınırlar çerçevesinde. Örneğin; çocuklar istediklerini yemekte özgürler ancak yemekhanede çıkan yemeklerden seçmek zorundalar. Çocuklar istedikleri yere gitmekte özgürler ancak onlar için yapılmış olan yollardan ayrılamazlar. Çocuklar birlikte istedikleri kadar vakit geçirmekte özgürler ancak belirtilen saatte odalarında olmalıdırlar.

Toplumun bize verdiği özgürlük, Aydınlanmışlar İçin Öğretim Enstitüsü'nün öğrencilerine verdiği özgürlükten farklı değil. Her bir bireyin kendi yolunu seçme özgürlüğü var ancak toplumda belli bir yere gelebilmek için; belirli seçenekler arasında seçim yapmak zorunda. Örneğin bir insan; öğretmen, doktor, mühendis olmayı seçebilir ama fesleğen koklayıcı olmayı seçemez çünkü böyle bir meslek yoktur. Toplumun, yazılı olmayan bazı kuralları vardır. Bu kurallara uymayan insanlar gerçek anlamda bir hapishaneye girmezler ama toplum, onları kendi içinde hapseder.

Toplumun kendi yarattığı hapishane, Faucoult'un Carceral sistemine benzetilebilir. Carceral, anayasanın halka indirgenmiş halidir. Bu sistemde, belli kurallar yoktur ama halkın yarattığı sosyal normlar vardır. Bu normlara uyulmaması durumunda halk, bireyi toplumdan dışlayarak, onu kendi içine hapseder. Yazılı kurallar olmadığı için bireyler, kendilerini özgür hissederler ama yaşadıkları her anda, başkaları tarafından yargılanmaktadırlar. Bunu yapan da kendileridirler. Kendileri, kendileri gibi olan insanları yargılar ve kendileri de kendileri gibi olan insanlar tarafından yargılanırlar. Gizemli Benedict Derneği'nde, Aydınlanmışlar İçin Öğretim Enstitüsü'nde uygulanan sistem de budur. Kuralları yaratan Bay Curtain olsa da, denetleyen kişi o değil, öğrencilerin kendisidir. Öğrenciler birbirlerini denetlerler, kurallara uymayanları ihbar ederler. Halbuki ihbar ettikleri, aslında kendileridir. Öğrenciler halk, Bay Curtain hükümettir. Halk, halkı hükümete ihbar eder.


CESARET: Korku, kötü bir histir. İnsanın kendini iyi hissedebilmesi için, korkularından arınması gerekir. Korkularından arınmak için ise korkularıyla yüzleşmesi gerekir. Bay Curtain'in icadı olan fısıldayıcı, insanları korkularından arındırıyor ama sadece geçici bir süre için. İnsanlara gerçek anlamda bir cesaret vermiyor. Yalnızca onların beynini uyuşturuyor. Reynie ve Sticky'nin en büyük korkusu fısıldayıcının kendisi çünkü uyuşturulmak istemiyorlar. Fısıldayıcıya karşı koyuyorlar. Fısıldayıcıya karşı koyarak, korkularıyla yüzleşiyorlar ve gerçek anlamda cesaret kazanıyorlar. "En büyük korku, korkmaktan korkmaktır" diye bir söz vardır. Bunu kimin söylediğini hatırlamıyorum ama Gizemli Benedict Derneği, bu sözü destekliyor. Kitapta sadece habercilerin fısıldayıcıyı kullanmasına izin veriliyor ve bütün çocuklar haberci olabilmek için birbirleriyle yarışıyorlar çünkü korkularının kolay yoldan yatıştırılması, onlara kendilerini çok iyi hissettiriyor. Bu hisse karşı koymak, gerçek bir cesaret istiyor.


KİMLİK: Kitapta yer alan kişilerin hemen hemen hepsi kimlik problemi yaşıyor. Öncelikle Gizemli Benedict Derneği üyelerinin, aileleri olmaması sebebiyle kimlikleri belirsiz. Sticky hariç hiçbirinin nereden geldiği bilinmiyor. Sticky'nin kimlikteki adı ile, günlük hayatta kullandığı adı birbirinden farklı. Kimlikteki adı George Washington olan Sticky'nin, bildiğimiz George Washington'la hiçbir ilgisi yok. Bunun yerine kendi kişiliğine daha uygun olan "Sticky" ismini kullanıyor çünkü okuduğu her şey zihnine yapışıyor. Sticky kelimesi Türkçe'de "yapışkan" anlamına geliyor. Milligan, fısıldayıcının kurbanlarından biri. Zihni, Bay Curtain tarafından ele geçirilmiş. Geçmişine dair hiçbir şey hatırlamıyor. Gerçek ismi de Milligan değil zaten. Rhonda Kazambe, sınavlar esnasında kılık değiştiriyor. Değişik bir peruk takıp, çocuk kılığına girerek, sınava girenleri test ediyor. Yani kitabın başında tanıştığımız Rhonda Kazambe, aslında gerçek Rhonda Kazanbe değil. İki Numara'nın bir adı bile yok. Ona kitap boyunca İki Numara deniyor. Son olarak Bay Benedict ve Bay Curtain; dışarıdan bakıldığında aynı kişi gibi görünseler de, birbirine taban tabana zıt iki insan. Kitapta; kimlik kavramı yok edilerek, kişilerin isimlerinin veya dış görünüşlerinin, onların karakterleri üzerinde bir etkisi olmadığı vurgulanıyor.